touch 1
f. 1. dokunmak; değmek; temas etmek: Don´t touch the paintings! Tablolara dokunma! My head´s touching the ceiling. Başım tavana değiyor. 2. (içki/sigara/uyuşturucu) kullanmak: He never touches alcohol. Hiç içki içmez. 3. yemek/içmek: He didn´t touch his food. Yemeğini ağzına sürmedi. 4. kıyaslanmak, ... kadar iyi olmak: Their book can´t touch hers. Onların kitabı onunki kadar iyi olamaz./Nerede onların kitabı, nerede onunki! 5. duygulandırmak, dokunmak. 6. hafifçe vurmak: He touched the horse with the whip. Kırbaçla ata hafifçe vurdu. 7. ellemek, el sürmek, elle karıştırmak: Don´t you touch that radio while I´m gone! Ben yokken o radyoya elini sürme! 8. ile ilgilenmek, ile meşgul olmak: I wouldn´t touch that job if I were you. Yerinde olsam o işle hiç meşgul olmazdım. 9. dokunmak; istifade etmek: He can´t touch that money until he´s twenty-one years old. Yirmi bir yaşına basana kadar o paraya dokunamaz. 10. for (birinden) (belirli bir miktar para) istemek: She touched them for three million liras. Onlardan üç milyon lira istedi. 11. ilgilendirmek: This is a matter that touches your honor. Şerefini ilgilendiren bir mesele bu. 12. on/upon -e değinmek, -e dokunmak, -e temas etmek. 13. at (gemi) (bir yere) uğramak. 14. in (bir resimdeki detayı) hafif dokunuşlarla çizmek.